ASKIMLARIM HAZIRLIĞINI YAPTIĞIM HİKAYE BUYDU. OKUMANIZI İSTİYORUM. İYİ KÖTÜ HER TÜRLÜ YORUMA AÇIĞIM. YORUMLARA GÖRE DEVAM EDİCEM. SİZİ ÇOK SEVİYORUM.
JESSICA RED
BRAD PATRICK
ADAM BEAT
DEBBIE BLOW
1
“Bu kadar korkak olma Jess.”
“Korkak mıyım? Ah, istemiyorum. Bu ev çok korkunç.”
“Oyunun başında yaptığımız anlaşmayı unutma.”
“Ne yani, bir oyun yüzünden kurban gitmeme göz mü yumacaksın? İçerde hain bir katil tarafından öldürülürsem bunun vicdan azabıyla nasıl yaşayacaksınız?”
“Bu oyun çok uzadı,” dedi Adam.
“Biliyor musunuz? Hiç eğlenceli değilsiniz,” dedi Brad gözlerini devirirken. “Tamam her neyse,” dedi Jess.
“Oyuna başlayalım mı Jess?” dedi Brad.
İsteksizce onaylayan Jess başını öne eğip korkunç eve doğru yürümeye başladı. Yollar gayet sağlamdı. Belki de Jess’i ürküten şey gece olmasıydı. Ya da evin üzerinde uçmaktan bir an bile vaz geçmeyen kargalar ürkmesine yeterdi. Merdivenleri yıpranmıştı. Hatta çökebilirdi de. Ama neyse ki bu bir problem değildi. Çünkü sadece üç basamaktan oluşuyordu. Evin kocaman kapısının önünde yirmi kedinin saldırısına uğramış gibi görünen bir kedi vardı. Her şey gibi, o da ürkünçtü…
Jessica yavaşça kapıyı itti ve gıcırdamasına aldırmadan içeri girdi. Yapması gereken ışıkları açmadan evde on beş dakika geçirmekti. Evin duvarlarındaki boyalar her saniye dökülüyordu. Parkelerden evde birinin olup olmadığı çok kolay anlaşılabilirdi. Öyle çok ses çıkarıyorlardı ki… Duvarlarda öğrenci resimleri vardı; sağ duvarda kız öğrenciler, sol duvarda erkek öğrenciler. Hepsi bir sıraya göre dizilmişti. Çerçevelerin rengi belli olmuyordu ama sanırım hepsininki aynıydı. Evin ortasında kocaman bir merdiven vardı. Sanırım yirmi beş basamak falan. Merdivenin sonunda bir pencere, pencerenin üzerinde gülen bir bayanın çerçeveletilmiş fotoğrafı. O bayan bu öğrencilerin öğretmeni olabilirdi. Jessica’nın asıl merak ettiği penceredeki yazıydı. Onu okumak için ürkekçe bir adım attı basamağa. Ve sonra bir dakikalık bir süre içersinde geri kalan basamakları çıktı. Yazıyı her kim yazdıysa pencereyi açıp yazmıştı. Çünkü ters görünüyordu. Pencereden arkadaşlarını görebiliyordu. Onu bu korkunç şato görünümlü eve yolladıkları için onları affetmeyecekti. Pencereyi açmadı çünkü eğer açarsa rüzgardan evin kapısı kapanabilirdi. Cebindeki aynayı çıkarıp yazıyı okumaya çalıştı. Ama gördüğü tek şey bembeyaz suratında masmavi gözleri ve kıpkırmızı dudakları parlayan korkunç bir ruhtu…
-kankalar karakterleri okudukça anlıycaksınız zaten başka karakterler ekliyebilirim birkaç yorum sonra bölüm öptüm-
Chelsea
Konu: Geri: DÖNÜM NOKTASI Salı Haz. 11, 2013 11:21 am
şindi senin azına bi çarpacam görecen okuyoz mu okumuyoz mu :D kızım az bekle lan sabır işleri bunlar bi bölüm atıyom kaç gün yorum gelmediği oluyo aq :D Daa paylaşalı iki saat olmuş :D
Ben beğendim aşkım. Hoşuma gitti yani. Devam et <3
ayş lan ay olm o.o seni yerim kızım <3 koyuyorum askm şimdi ehe :kalp:
2
“Hala inanamıyorum Jessica. Böyle bir şey imkansız.” Adam Jessica’nın gördüklerinin bir hayal olduğunu düşünüp Jessica’yı da buna inandırmaya çalışıyordu. Jessica’ya sakinleşmesi için bir bardak su getiren Debbie de Adam’la aynı fikirdeydi. Jessica suyundan bir yudum aldıktan sonra Adam’a bakıp kaşlarını çattı. “Gördüm Adam, bir şey vardı. Bir ruh veya başka bir şey… Ah, bilmiyorum ama hayal değildi.” Jessica kendini inandırmaya çalışsa da buna şahit olmadan inanmayacaklardı. Brad Jess’in yanında oturmuş olanları anlamaya çalışıyordu. Jessica’ya her ne kadar inanmadığını söylese de endişelendiği belliydi. “İstersen bu gece yanında kalabilirim,” dedi Brad. Jessica’nın söylemek istediği şey tam da buydu. Birinin onun yanında kalmasını istiyecekti. Brad’in bu teklifini asla geri çevirmezdi. “Bu iyi olur Brad. Teşekkür ederim,” dedi Jessica gülümserken. Buraya taşındığı için pişman olmasına çok az kalmıştı. Arkadaşlarından, okulundan, hayatından kopmuştu Londra’ya gelirken. Sebep mi? Tek bir sebep yok aslında. Babasının ölümünden sonra annesi başka bir adamla evlenmişti. Aşık olduğunu iddia ediyordu. Adamın bir oğlu vardı ve Jessica’yı rahatsız ediyordu. Annesi ise tam bir sex düşkünü olmuş, çevresindeki hiçbir şeyi umursamıyordu. Hatta o çocuğun Jessica’yla olmasını isteyebilirdi bile. Jessica’yı sevmiyor, merak etmiyordu. Jessica 26 Haziran sabahı yatağının üzerine bir mektup bıraktı ve üvey babasının kasasındaki paraların kendisine yeteceğini düşündüğü kadarını alıp evi terk etti…
Hava çoktan kararmış, saat 23.00 olmuştu. Adam yavaşça ayağa kalktı. “Neyse Brad burda kalacağına göre ben gideyim. Hoşçakalın,” dedi. Debbie arkasından “bekle” diye seslendi. Jessica’ya dönüp “Ben de gidiyorum canım görüşürüz,” dedi ve Adam’la birlikte evden ayrıldılar. Brad onları uğurlayıp tekrar Jess’in yanına oturdu. “Daha iyi misin?” “İyiyim. Ama o manzara bir türlü aklımdan çıkmıyor. O kız..” Brad işaret parmağıyla Jessica’nın dudaklarına dokundu. “Şşş… O her neyse orada kaldı. Ve biz seninle güvendeyiz. Tamam mı?” Jessica kafa sallayıp gülümsedi. “Bana inanıyor musun?” “Bilmiyorum.” Jessica esnedi. Brad’in omzuna kafasını yatırıp konuşmaya devam etti. “Keşke o anı kameraya çekebilseydim.” “Eğer bir ruhsa kamerada görünmezdi zaten.” Jessica kafasını kaldırıp Brad’e baktı. Gülümseyip kafasını tekrar genç adamın omzuna yasladı. “Bir yazı vardı ama okuyamadım.” Dedi Jess üzüntülü bir şekilde. “Ne yazısı?” “Pencereye bir şey yazılmıştı. Onu okumak için aynayı tuttum, çünkü kim yazdıysa ters yazmış. Sonra aynadan o kızı gördüm arkamda olduğunu ayna sayesinde anladım. Çok korkunçtu!” “Seni çok iyi anlıyorum. Kendimi senin yerine koyduğumda… Bayılmıştım!” Jessica güldü… “Bayılmamak için kendimi zor tuttum.” “Yine de o anı yaşayan herkes bayılırdı. Güçlüsün, koşarak ve çığlık çığlığa evden çıkmanı hatırlıyorum da…” “Tanrı aşkına sus. Ne kadar rezil bir durumdu.” “Saçmalama Jess.” Jessica kafasını kaldırıp doğruldu ve oturduğu koltukta yüzünü Brad’e çevirerek bağdaş kurdu. “Böyle olacağını az çok tahmin etmiştim,” dedi Jess. “Nasıl yani? Ruh görmek sıradan bir şey değil, tahmin edemezsin.” “Hayır bir ruh göreceğimi değil tabii ama korkunç bir şeyler olacağını sezmiştim. Ev çok korkunç bir görüntüye sahipti. Pislik ölü yuvası.” “Ölü yuvası,” Brad güldü. “Bence böyle söyleme. Duyarlarsa kızarlar.” “Brad!” Jessica gözlerini kocaman açtı. “Beni korkutmayı kes.” “Özür dilerim.” “Bence daha önceden bir okuldu biliyor musun?” “Harika! Az önce ölü yuvası, şimdi okul. Ya da ölü öğrenci yuvasına ne dersin Jess?” “Şunu kes. Duvarlarda öğrenci resimleri vardı. Öğrenciydiler, çünkü üzerlerinde forma gibi kıyafetler vardı. Ve hepsinin üzerinde aynı şey… En yukarıda da kocaman bir çerçevenin içinde gülümseyen bir kadın resmi. Belki de okulun müdüresi. Hain bir cinayete kurban gitti belki de… O günden sonra o okuldan bela eksik olmadı. Belki de…” Brad Jessica’nın sözünü kesmişti. “Bu kadar yaratıcı olduğunu bilmiyordum. O evi unut, gördüğün her şeyi unut. Psikolojin bozulsun istemiyorum.” “Peki o zaman. Konuyu değiştirmek sana düşer.” “Uyusak mı artık?” “Belki iyi fikir. Ama konuşmak daha iyi. Ama istersen uyu!” “Hımm… Biraz kendinden bahsedebilirsin mesela. Seni daha iyi tanımam için bundan iyi bir fırsat olamaz.” “Kendimden bahsetmek? Uzun uzun kendimi anlatmayı pek sevmem. Müzik dinleyip kitap okumaktan hoşlanırım. Bir de New York’ta ki arkadaşlarımı çok özledim. Bunları bilsen yeter.” “Arkadaşların… Sanırım bizi onlar kadar sevmeyeceksin.” “Hayır her şey zamanla gelişecek. Başlarda sana gıcık olduğumu itiraf etmeliyim. Çok kendini beğenmiştin ve her şeye bir cevabının olması sinir bozucuydu.” “Ah evet. Kendimi severim. Ama beni herkes tanıdıkça sever.” “Anladım…” Jessica iki üç kere üst üste esneyince Brad biraz kıkırdadı. Jessica da güldü. “Artık uyuyalım bari yarın okul var!” dedi Jess. Brad’de ona katılır gibi başını salladı. Birbirlerine aptal aptal bakıyorlardı. “Ee, ben burda yatarım sen odanda yat,” dedi Brad. Jessica başıyla onaylayıp gülümsedi ve Brad’e iyi geceler dileyip odasına gitti.