-3-*-*-*-*-*
Kandan nefret ediyordum.
Kan görmekten ve insanların bunu normal bir şeymiş gibi karşılamasından nefret ediyordum.
Bu benim için asla normal bir şey olmayacaktı.
Asla.
*-*-*-*-*
Mükemmel bir insan olmanın getirdiği sorumluluklardan biriside her şeyi zamanında yapmak zorunda olmandı.
Sözleri tam yerinde söylemeliydin.
Tam yerinde susmalıydın
Tehditlerini ne geç ne de erken yapmalıydın.
İşte bu yüzden büyük babam derdi ki ;
“Bir işi zamanında yapmayacaksan hiç yapma.”
36 sayfalık tarih ödevimi erkenden bitirmiştim.
Elbette ki en erken bitirende bendim.
Artık teslim edebilirdim.
Arabadan indim.
Çantamı koluma taktım ve tarih ödevimi de elime aldım. Okula doğru yürümeye başladım.
Gayet havalı bir şekilde okula girdikten sonra tarih öğretmeni Bayan Lee’yi aramaya koyuldum.
Tam kimya laboratuarının yanından geçerken birisi banan çarptı.
Pardon çarpmak mı dedim?
Bana girdi, bana tosladı, bir bütün olduk resmen.
Çok sinirlendim.
Kafamı kaldırıp baktığımda bunun hiç görmediğim bir erkek yüzü olduğunu fark ettim.
Bu çok ilginçti.
Bu kasabada ki herkesi tanırdım.
“Önüne hiç bakma mısın sen? Burası okul koridoru lunaparktaki çarpışan arabalarda değiliz!”
Sinirle yerdeki tarih ödevime baktım. Tüm kâğıtlar dağılmıştı.
İkimizde birlikte eğilip toplamaya başladık.
“Özür dilerim. Kimya laboratuarından öğretmenle konuşarak çıktığım için seni görmedim.”
Gözlerimi devirdim.
Benim dışımdaki bütün herkes ezik olmak zorunda mıydı?
“Kimya laboratuarından birçok insan konuşarak çıkıyor ama hiç birisi senin gibi insanları devirmiyor.”
Çocuk ise hiç yanıt vermedi.
Elimi elinin içine aldı.
Ben ise ona kaşlarımı çatmış bir şekilde bakıyordum.
“ Sanırım parmağın kanıyor. Kâğıt kesmiş olmalı.”
Hemen elimi onun elinden çektim.
Boş gözlerle parmağıma bakıyordum. Orada ince bir yara vardı ve kan damlıyordu.
LANET OLSUN..
“Seni aşağılık pislik. Sen ne cüretle bana çarparsın. Daha yürümeyi bile bilmiyorsun ama tutmuş okula geliyorsun. O da yetmiyor bana çarpıyorsun. Defol buradan!!”
Hemen oradan uzaklaştım.
Bir an önce hastaneye gitmem gerekiyordu.
Doktoruma bunu göstermeliydim.
Evet doktor ne demişti.
“Eğer bir kesiğiniz olursa kesiğin olduğu yeri sıkıştırarak kanın akmasını engelleyin.”
Diğer elimle parmağın akmasını engelliyordum.
Peki ya bu halde nasıl araba sürecektim?
Arabamın yanında durdum ve çantayla anahtarı yere fırlattım.
“Lanet olsun!”
Bana çarpan, bu yaranın oluşmasını sağlayan, aslında engelliler okuluna gitmesi gereken ama nedendir bilinmez bizim okula gelen, bana hayvanca çarpan pislik yanım geldi.
“Neden bu kadar abarttığını bilmiyorum ama özür dilerim gerçekten.”
Birde özür diliyordu.
Terbiyesiz.
Ve neden bu kadar abartıyor muşum.
Hemofili bir kız olarak abartmam çok doğal değil miydi?
Gerçi o bunu bilmiyordu.
Her neyse.
“İstersen seni hastaneye bırakabilirim.”
Ben bunu düşünürken yerden anahtarı ve çantamı alıp arabama bindi.
Sinirden düşünemiyordum bile.
Eğer beni hastaneye bırakırsa hastalığımı öğrenebilir miydi?
Yoksa o beni bırakır bırakmaz onu oradan kovar mıydım?
Bence onu oradan kovardım.
Sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa geçtim.
Çocuk bana bakıyordu.
“Ne bakıyorsun sürsene arabayı.”
Çocuk cevap vermedi.
Elbette cevap vermeyecekti.
O ukala cevaplarını bir daha duymak istemiyordum zaten.
Parmağımı daha da sıktım.
Kanın gelmesini engellemeye çalışıyordum ama kan hala geliyordu.
Hiç kâğıt kesmiş gibi durmuyordu.
Kâğıt kâğıt değil neşterdi sanki.
Ve hayatımın bir kağıt parçasına bağlı olduğu gerçeği…
İşte bundan nefret ediyordum.