https://www.youtube.com/watch?v=tc6sHMgZ0ygYanaklarımı şişirip odamın kapısını hızla açtım ve köşede duran kapalı koliden çıkarmadığım çantalarımı karıştırmaya başladım. Annem burada sosyal ve atılgan biri olmam için her şeyi yapıyordu. Benden habersiz -hem de üniversiteli bir genç olmama rağmen- dans kursuna yazdırılmıştım. Londra'da birinci ayım dolmak üzereydi ama bence annemin hayal ettiği kadar geniş bir arkadaş çevresi için daha çok erkendi. Nike sporcu bavulumu alıp içine yırtık modelli bir kot ve krem renginde salaş bir kazak koydum. Saçlarım için siyah bir lastiği bileğime geçirip aynanın karşısına geçtim. Altımda siyah taytım, üzerimde de sweet tişörtümle (karakter tanıtımındaki birinci fotoğrafta giydiği gri sweet) fena sayılmazdım.
"Yine mi içine atlet giymedin Savannah? Eğilince tüm belin açıkta." diye söylendi annem.
"Anne ben çocuk değilim, sayende orada terleyeceğim zaten. Atlete gerek yok."
"Burası Amerika değil, şu soğuğa bak." Onu umursamayıp ayakkabıma sonuncu düğümü attım ve kapıyı arkamdan kapatıp dışarı çıktım.
Otobüsle gitmek istemiyordu canım, yürümek ve bu soğuk havayı içime çekmek beni ayıltıyordu. Sonunda adresteki yere geldiğimde binayı inceledim. Burası çinli nüfusun yaşadığı bir yerlerdeydi. Her yerde Çin kültürüne ait binalar ve kırmızıya boyanmış bir çok bina vardı. Tıpkı bunun gibi. Üzerinde Dans/Dövüş Sanatları yazan koca bir tabela vardı. Kıkırdayıp merdivenleri tırmanmaya başladım. Annem beni böyle bir yere yazdırdığını bilse küçük çaplı bir kalp krizi geçirirdi herhalde. Arka sokaklarda, çoğunluğun Çince konuştuğu yerde ve her an yıkılacakmış gibi duran bu bina ona ve güvenli-prensiplerine tamamen aykırıydı. Ayrıca bu tabelayı kim koyduysa dövüş ve dansın başlı başına bir sanat olmadığını bilmesi lazımdı.
--
Tamamen yanılmışım millet. İçerisi o kadar güzel ki anlatamam. Her şey gayet beyaz ve üç katlı geniş binanın iki katı stüdyolarla, en üst katı da ofislerle kaplı. Gerçekten lüks gibi duruyor. Yani neredeyse.
Aynaların önüne monte edilmiş demirlere yaslanmak için geri gittiğimde neredeyse düşüyordum. Çünkü kalın olduğu kadar bi o kadar hafif silindir demir kırılmıştı. Panikledim, daha tam olarak yaslanmamıştım bile.
"Ah korkma, o her zaman yerinden çıkıyor." Kaslı gövdesinin üzerine lacivert bir atlet geçiren sarışın çocuk düşen demiri alıp tekrar yerine taktı. "İşte oldu. Kırık değil." Rahatlamanın verdiği etkiyle gülümsedim.
"David. Ya sen?" bana uzattığı elini sıktım.
"Savannah."
"Memnun oldum."
"Ben de öyle."
Buralarda yeni olup olmadığımı falan sordu. İyi birine benziyordu. Rahatlatıcı gülümsemesi insanı onun masum olduğu gerçeğine zorluyordu. Mavi gözleri de sanki daha önce hiç yalan söylememiş gibi oldukça açık bir renkteydi.
-
Dans bittikten sonra, David'in beni evime bırakma teklifini geri çevirmedim. Ciddi anlamda yorulmuştum.
"Tamam, aşağıda buluşalım." dedim ayrılırken. Üstüme değişmem gerekti. Birinci kata inip soyunma odalarına ulaştım. Ben girerken, içerideki son kişi de dışarı çıktı. Geniş odanın içinde sadece tavana asılmış bir sürü perde vardı. İstediğini çekip arkasında giyinebiliyordun. Acelem olduğundan perdelerle hiç uğraşmadım. Zaten içeride kimse yoktu ve kapı da kapalıydı. Taytımı sıyırıp çantama eğildim ve kotumu çıkarıp giymeye başladım. Giyinirken gözüme bir şey takıldı. İleride, odanın sonundaki perdenin ardında duvar olduğunu sanıyordum. Perdenin üzerinde "Erkekler." yazıyordu. Tamam, onların giyinme odasıydı ama perde kıpırdadı. Hemen sweetimi çıkarıp bluzumu giydim.
"Kim var orada?" diye seslendim. Tek duyduğum ayak sesleri oldu.
Tamam, David'i bekletmek istemiyordum hoş bir çocuktu ama perdenin arkasında duvar var mı yok mu bilmessem rahat edemezdim. Gidip açtım. Açmamla birlikte ağzım da şaşkınlıkla açıldı. Bir bu oda kadar daha, arkada vardı ve ileride kıvırcık saçlı biri tişörtünü daha yeni sıyırmıştı. Kornişlerin sesiyle arkasını dönüp bana baktı.
"Ah pardon, ben.. Şey...Ben... burada duvar falan var sanıyordum." Hemen perdeyi kapatıp kendimi tokatlamamak için hızlı hızlı odadan çıkmaya başladım. Kahkahası duyuldu. Onun kahkahası. Harry Styles'ın her durumda atmaktan çekinmediği kahkahası. Kıvırcık saçlar, herkesin ağzından düşmeyen kelebek dövmesi... Az önce Harry Styles'ı görmüştüm. Yoksa beni gören de o muydu? Neden birisi olup olmadığını sorduğumda cevap vermemişti?
--
"Üzgünüm geç kaldım." Dedim merdivenleri inerken David'e seslenerek. Gülümsedi.
"Önemi yok."
Ben ve o, arabasına binmek üzereyken biri adımı seslendi.
"Sav!" B adımın kısaltmasıydı. Arkamı dönüp baktım. Harry buraya doğru yürüyordu. Bana bakarak. O seslenmiş olamazdı değil mi? Kafamı tekrar David'e çevirdim. Bana soru sorar gibi bakıyordu ve benim halim de ondan aşağı kalır değildi.
"Telefonunu kullanabilir miyim diye soracaktım. Bir şey halletmem gerekiyor da."
"Ta-tabi." dedim şaşkınlıkla. Kafamı çantama eğdim, yüzümün önüne düşüp beni kapatan saçlarıma şükrediyordum. Çünkü az önce beni çıplak gördüğünü tahmin ettiğim insan şimdi sırıtarak bana bakıyordu. "İşte." dedim telefonumu ona uzatıp. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Bana baktı ve sonra tekrar telefona.
Görüşme yapacağını sanıyordum. Oysaki tek yaptığı parmaklarını dokunmatik ekran üzerinde gezdirip bana geri vermek oldu.
"Teşekkürler." Hala sırıtıyordu. Uzattığı telefona birkaç damla damlarken onu aldım. Yağmur başlıyordu.
"Rica ederim." David ve ben, o gidince arabaya girdik.
"Onu tanıyor musun?"
"Adımı nereden biliyor onu bile bilmiyorum. Neden sordun?" dedim şaşkınlıkla.
"Senin gibi kızlar ondan nefret eder de ondan." Şu Harry işi artık oldukça büyümüştü. Herkes onu tanıyor gibiydi. Ve kimse hakkında iyi bir şeyler söylemiyordu.
"Nefret edilecek biri mi?"
"Adını hiç duymadın mı sahiden?" David şaşırmıştı.
"Buraya yeni taşındığımı sana söyledim."
"O tehlikeli biri. Serseri olduğunu herkes bilir." O konuşurken telefonumu elimde evirip çeviriyordum. Tuş kilidini açtım. Rehber/Yeni kimlik oluştur'da kalmıştı. En son biri eklenmişti. Numarayı bilmiyordum ama ismi
"SahibimH"ydi. Sahibim. H. Kötü çocuk derken bunu kastediyorlardı demek. Sinirle tuş kilidini tekrar kapattım. Nasıl bu kadar arsız olabilirdi? "Harem'i varmış diyorlar." işte buna iyi bir kahkaha attım.
"Harem? Osmanlı değil mi? Padişahların eşlerinin durduğu yer?" hala gülüyordum.
"Öyle olmadığını biliyorsun. Birden çok kızla takılıyor yani. Hiçbiri de ses çıkarmıyor. Harem, arkadaşlarının yaptığı bir espri."
--
Akşam yemeğinde sonra ekonomiye çalışacağımı söyleyip odama çıktım. Lanet mimarlar için almak zorunda olduğumuz bir başka ders daha. Ama tabii ki çalışmadım. Harry konusuna kafayı takmıştım. Sinirliydim de. Kimse bana sahip değildi. Ben kimsenin olamazdım.
"Sahibim mi?" yazıp mesaj attım. Şu birinci ve üçüncü sınıfların aynı anda gördüğü derste sinir edici kesintisiz bakışlarını bırakması gerekiyordu. Onunla adamakıllı konuşmalıydım.
"Sana da merhaba Sav."